Dereköy, Gökçeada’nın en batı ucunu oluşturan, son derece köklü bir tarihçeye sahip olan eski bir Rum köyü. Stratejik konumu ve geçmişteki sosyal ve ekonomik gelişimi sayesinde, geçmişte, Türkiye’nin en büyük köylerinden biri olarak biliniyormuş. 1950’li yıllarda 1950 haneye ev sahipliği yapan köyde 22 kahvehane, 2 sinema, çok sayıda berber, bakkal ve terzi dükkanı bulunuyormuş. Hatta bu dönemlerde köyün neredeyse küçük bir kent gibi hareketli ve canlı bir hayatının olduğu söyleniyor.
İki tepenin yamacında kurulmuş olan Dereköy’ün tam ortasından yol geçiyor. Piri Reis’in 16. yüzyılda Gökçeada’da iki farklı yerleşim olduğundan söz etmiş. Bunlardan biri de Dereköy. Günümüzde ne yazık ki köyde artık yalnızca 140 ile 150 hane var. Ancak hâlen nüfusun yarısını Rumlar, diğer yarısını da ağırlıklı olarak güneydoğudan buraya yerleşen Türkler oluşturuyor.
Hâlen ibadete açık iki farklı kiliseye ev sahipliği yapan Dereköy, buram buram tarih kokan bir yer. Köyün girişindeki Hagia Marina Kilisesi ve çarşı meydanında yer alan Koimesis Tis Theotokos Kilisesi, 1800’lü yılların başından bu yana ayakta. Dereköy’ün zengin kültürel mirasının önemli parçalarını oluşturuyorlar. Ayrıca, köydeki en büyük çamaşırhane de bugün tahrip olmuş olsa da ayakta. Tarihi çamaşırhane köydeki kadınların toplandığı, çamaşır yıkadığı ve sosyalleştiği bir mekan olduğu için, ada hayatı geleneklerinde önemli bir yer tutuyor.
Dereköy’de birkaç konaklama işletmesi, bir kır restoranı ve restore edilmiş eski bir Rum evinin bahçesine kurulu bir kafe var. Burası yalnızca geçmişiyle değil, aynı zamanda kültürel mirasıyla da Gökçeada’nın en güzel köylerinden biri. Bize sorarsanız, yolunuz Gökçeada’ya düşerse Dereköy’e de uğramalı, tarihi çamaşırhane ve kiliseleri görmelisiniz.