Bir yemeği zirveye çıkaran ya da dibe batıran temel unsur, elbette lezzeti. Ancak günümüz dünyasında artık yemek yemek yalnızca beslenme temelli bir eylem olmaktan çıkmış durumda. Aynı anda birden fazla duyumuzu harekete geçiren, bizi heyecanlandıran ve mutlu eden deneyimler, hafızamızda çok daha özel bir yere yerleşiyor. Yemeklerle olan ilişkimiz de benzer bir noktaya evrilmiş durumda. Artık bir yemeğin lezzeti kadar, o yemeği yediğimiz mekanın özellikleri ve yemeğin sunumu da bizi bir hayli ilgilendiriyor.
Restoranlar ve şefler de bu durumun farkında elbette. Bu sebeple orijinal yemek sunumlarına ve mekan konseptlerine her gün bir yenisi daha ekleniyor. Aslına bakarsanız, bu konuda yaratıcılığı konuşturmak, son derece riskli bir iş. Çünkü ortaya anlamsız ya da aşırı sonuçlar çıkması da son derece olası. Ancak bazı restoranlar bu dengeyi çok doğru bir şekilde kurup hem atmosferleri hem de sunumlarıyla müşterilerini hayran bırakmayı başarıyor. Peki, müşterilerden de tam not alan en sıra dışı restoran konseptlerini daha yakından tanımak ister misiniz?
Eğer yemek yemek sizin için baştan sona çok keyifli bir aktiviteyse, yeniliklere açıksanız ve sıra dışı deneyimlerden hoşlanıyorsanız; aşağıda yer alan restoranlar tam da size hitap ediyor olabilir. Gelin, kısa bir dünya turuna çıkalım ve en ilginç konsept restoranları birer birer inceleyelim.
1. Restaurant Under - Norveç
Deniz ürünlerinin iyisi, deniz kenarındaki restoranlarda yenir. Ancak Norveç’in Baly adlı köyünün yakınlarında bulunan Restaurant Under, bu işi farklı bir noktaya taşıyor. Hem restoran hem de deniz yaşamı araştırma merkezi olarak inşa edilmiş olan işletme, deniz seviyesinden yaklaşık beş metre daha derinde ve tamamen suyun altında. Başka bir deyişle, bu restoranın müşterileri yemeklerini denizin derinliklerinde yeme fırsatı buluyor.
2019 yılında ziyaretçilerine kapılarını açan Restaurant Under’ın, genişliği 11 metre, uzunluğu da 4 metre olan dev bir penceresi var. Bu pencere, müşterilerin denizin derinliklerindeki müthiş yaşamı tüm çıplaklığıyla inceleyebilmesini sağlıyor. Mekana ilişkin bir diğer ayrıntı da dış duvarların bir metre kalınlığında inşa edilmiş olması. Bu sayede denizde yaşayan midyeler restoran duvarlarına yapışabiliyor ve doğal yaşam etkilenmemiş oluyor. 100 kişi kapasiteli Restaurant Under, gerçekten büyüleyici bir atmosfere sahip.
2. Dinner In The Sky - Belçika
Denizin derinliklerinde yemek yemek size ürkütücü bir deneyim gibi göründüyse, rotamızı tam tersi yöne, yani gökyüzüne de çevirebiliriz. 2006 yılında Belçika’da kurulan Dinner In The Sky, müşterilerine dev bir vinçle yerden kaldırılan bir masada, yerden metrelerce yüksekte yemek yeme fırsatı sunuyor. Emniyet kemerlerinin sürekli olarak takılı olması gerektiği bu deneyim sırasında, şehir manzaraları panoramik şekilde izlenebiliyor. Dinner In The Sky Belçika merkezli olsa da aslında seyyar bir konsept. Bugüne dek Avustralya, Çin, Kanada, Meksika ve ABD gibi birçok ülkeyi dolaştı. Hatta 2008 yılında üç ay süreyle İstanbul’un Ortaköy semtine de konuk oldu.
3. Annalakshmi Restaurant - Hindistan
Hindistan’da kurulan ve yalnızca hem vejetaryen hem de sağlıklı yemekler servis eden Annalakshmi Restaurant, oldukça ilginç bir konsepte sahip: Tarihçesi antik çağlara kadar uzanan bir Hint felsefesini temel alan restoranda, menüdeki hiçbir yemeğin sabit bir fiyatı yok. Müşteriler, onları doyuracak porsiyonun miktarını kendileri belirliyor. Ayrıca, seçtikleri yemeğin ve aldıkları hizmetin onlara nasıl hissettirdiğine bağlı olarak, yemeklere de kendileri fiyat biçiyor.
Restoran gelirlerinin tümü, Hindistan’daki Güzel Sanatlar Tapınağı’nın gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerini finanse edebilmek için kullanılıyor. Daha da ilginci, Annalakshmi’de çalışan servis personelinin çoğu gönüllü. Bazılarının doktorluk ya da öğretmenlik gibi farklı meslekleri de var. Avustralya, Singapur ve Malezya gibi farklı ülkelerde de şubeleri bulunan Annalakshmi, gerçekten takdire şayan bir felsefeye ve çalışma prensibine sahip.
4. The Rock Restaurant - Zanzibar
Zanzibar’ın Michamvi Pingwe yarımadasının kumsalının açıklarında, Hint Okyanusu’nun ortasındaki bir kayalığın üzerine inşa edilmiş derme çatma bir yapı var. 2010 yılına dek balıkçı barınağı olarak kullanılmış bu küçük mekan, bu tarihten sonra dünyanın en ünlü restoranlarından birine, yani The Rock’a dönüştürülmüş. Başta deniz ürünleri olmak üzere birçok yemek türünde uzmanlaşan işletme, küçücük bir mekana sahip olması sebebiyle aynı anda yalnızca 20 kişiyi ağırlayabiliyor. Bu sebeple rezervasyon yaptırmak şart. Ancak The Rock’ı ilginç kılan asıl özellik bu değil.
The Rock, okyanusun ortasında bulunduğu için, mevsime göre yaşanan gelgitlerden de etkilenen bir işletme. Bu sebeple, mevsime bağlı olarak, restorana ulaşmak için iki farklı alternatif var. Gelgitin az olduğu dönemde sular çekilince, restorana karadan yürüyerek gidebiliyorsunuz. Ancak gelgit artınca, restoranın merdiveni ve üzerinde bulunduğu kayalık da sular altında kalıyor. Bu durumda işletmeye tekne ya da kayıkla gidiyor, yemeğinizi okyanusun ortasında ve panoramik bir manzara eşliğinde yiyorsunuz.
5. Ithaa Undersea Restaurant - Maldivler
Yemeğinizi okyanusun derinliklerinde yiyebileceğiniz bir diğer restoran da Maldivler’deki Ithaa Undersea Restaurant. Ithaa’nın Restaurant Under’dan farklı, dünyanın tamamı camdan oluşan ilk su altı restoranı olması. Kapasite açısından Restaurant Under’dan daha küçük. Ancak elbette Ithaa’nın sunduğu deneyim de son derece sıra dışı. Maldivler’e bağlı Rangali Adası bünyesinde faaliyet gösteren işletme, okyanusun yaklaşık beş metre derininde bulunuyor. Dünyanın en pahalı restoranlarından biri olduğu için, ziyaretçilerine çok özel ve gurme lezzetlerden oluşan yedi çeşitlik bir menü sunuyor.
6. El Diablo Restaurant - İspanya
Mangalda ya da barbeküde pişen etlerin tadı, sizce de fırında ya da tavada pişenlere kıyasla çok daha lezzetli olmuyor mu? Peki, bu iki yöntem arasındaki lezzet farklı bile bu kadar barizken, etlerinizin aktif bir volkanın kaynayan lavları üzerinde pişirildiğini hayal etmeye ne dersiniz? İspanya’da Ateş Dağları olarak anılan ve yaklaşık yüz yanardağı içinde barındıran bir bölgede kurulmuş olan El Diablo Restaurant, bu hayali gerçeğe dönüştürmüş. En son 1824 yılında patlamış bir volkanın üzerine dokuz kat bazalt kaya döşenerek inşa edilmiş olan işletme, Timanfaya Ulusal Parkı’nın içinde bulunuyor.
El Diablo Restaurant’ın açık mutfağında, 260 derece ısıyla kaynayan lavların üzerine yerleştirilmiş dev bir ızgara var. Müşteriler, mutfağın tasarımı sayesinde burada pişen etleri anbean izleyebiliyor. Üstelik, El Diablo’nun volkan sayesinde elde ettiği jeotermal enerji, işletmenin elektrik enerjisine olan ihtiyacını da ortadan kaldırıyor. Bu sayede dünyanın en sürdürülebilir restoranlarından biri olma unvanın da elinde tutuyor.
7. HR Giger Bar - İsviçre
Dilimize Yaratık ismiyle çevrilen Alien filmini hatırlarsınız. Bu filmde Alien karakterini tasarlayan yönetmen, heykeltıraş, ressam ve set tasarımcısı Hans Rudolf Giger, bu çalışmasıyla Oscar ödülüne de layık görülmüştü. 2014 yılında yaşamını yitiren usta isim, İsviçre’nin Gruyéres kentinde yaklaşık dört yüz yıllık Château St. Germain adlı binasına bir müze açtı. Birbirinden önemli sanatçıların geçici sergilerine ev sahipliği yapan müzenin bir de bar bölümü bulunuyor. Ziyaretçilerin müze turu sırasında biraz dinlenmek ve bir şeyler içmek istediğinde misafir olduğu bu bar, tasarımıyla Giger’in görsel sanatlar konusundaki ustalığını bir kez daha kanıtlıyor.
Yer yer Game of Thrones sahnelerini, çoğunlukla da uzaylı filmlerini andıran bir dekorasyon tarzına sahip olan HR Giger Bar’da neler yok ki! Biyomekatronik modeller, uzaylı iskeletleri, cyborg bedeninin içini tasvir eden detaylar, mağara atmosferi, kale tonozları… Baştan sona sürreal bir ortam çizen bar, ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunuyor.
8. Ultraviolet by Paul Pairet - Çin
Üç Michelin yıldızlı Fransız şef Paul Pairet’nin 2012 yılında Çin’in Şanghay kentinde açtığı Ultraviolet by Paul Pairet adlı restoran, dünyanın en pahalı ve popüler restoranlarından biri. Öyle ki, genellikle rezervasyon sırası için minimum iki ay beklemeniz gerekiyor ve menüde 600 dolardan daha uygun fiyatlı bir seçenek bulunmuyor. Ancak buna rağmen, Ultraviolet’in kapısında her dönem uzun kuyruklar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu restoran, tüm duyularınızı birden harekete geçirerek yemek yeme deneyimini bambaşka bir noktaya taşımayı vadediyor.
Ultraviolet’in on kişilik masalardan oluşan yemek salonu; özel kameralarla, video ekranlarıyla, hoparlörlerle ve bilimum benzer ekipmanla donatılmış durumda. Müşterilerin menüden seçtiği yemeklere bağlı olarak, tüm bu ekipmanlar daha önceden kurgulanmış senaryolara uygun şekilde devreye giriyor. Örneğin, bir deniz mahsulü sipariş ettiğinizde bir anda okyanus dalgalarının sesini, deniz kokusunu ve rüzgar hışırtılarını duymaya başlayabiliyorsunuz. Başka bir anda ise kendinizi çimenlerin üzerine kurulmuş bir piknik masasında gibi hissedebiliyorsunuz. Restoranın psiko-lezzet olarak adlandırdığı bu süreç, toplam yirmi etaptan oluşuyor. Her etapta kendinizi farklı bir ortamın ve deneyimin içinde buluyorsunuz.
9. The Green Dragon Inn Pub - Yeni Zelanda
Eğer Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği filmini izlediyseniz, filmde Hobbitlerin yaşadığı yemyeşil köyü ve bu köydeki barı hatırlarsınız. Frodo ve arkadaşlarının Aragorn’la tanışmasına da sahne olan bu bar, Yeni Zelanda’da bulunuyor. Film için keşif gezileri yapılırken Yeni Zelanda’nın yemyeşil çayırlarından çok etkilenen yönetmen Peter Jackson, Hobbit köyünün bu arazide kurulmasına karar vermiş. Bunun üzerine devasa bir set kurulmuş ve yaklaşık seksen kişilik bir ekip de The Green Dragon Inn Pub’ı inşa etmiş. Önce Yüzüklerin Efendisi, ardından da Hobbit serilerinin çekilmesi, Yeni Zelanda’yı turistik açıdan ilgi odağı haline getirmiş durumda. Ülkede çok sayıda Hobbit turizmi konusunda uzmanlaşmış firma var ve bu firmaların düzenlediği Hobbiton turları kapsamında The Green Dragon Inn Pub’ı da gezebiliyorsunuz.
Bildiğiniz gibi, Hobbitlerin en önemli özelliklerinden biri boyları kısa canlılar olmaları. Normal şartlarda onlar için inşa edilen yapıların içine, sıradan insanların sığması epey zor. Ancak The Green Dragon Inn Pub’ın minyatürü andıran görünümü, aslında birtakım mimari hilelerden ve optik illüzyonlardan ibaret. Başka bir deyişle, barın içine girdiğinizde kafanızı bir yerlere çarpma riskiniz yok. Barda Frodo ve arkadaşlarının parti yaparken içtiği içecekleri içebiliyor, iki bin plastik yaprak kullanılarak tasarlanan ve filmde de önemli bir yere sahip olan efsanevi ağacı yakından inceleyebiliyorsunuz. Kısacası, eğer Yüzüklerin Efendisi hayranıysanız, The Green Dragon Inn Pub size tek kelimeyle müthiş bir deneyim sunuyor.
10. Karanlıkta Yemek - İstanbul
Tarihte ilk kez 1999 yılında başlayan “Dinner In The Dark”, yani “Karanlıkta Akşam Yemeği” konsepti, günümüzde dünyanın birçok ülkesinde oldukça popüler bir uygulamaya dönüştü. Bu uygulama çerçevesinde, söz konusu konsepti...
“Dinner In The Dark”, Türkçe anlamıyla “Karanlıkta Akşam Yemeği” konsepti, 1999 yılından beri tüm dünyada giderek popülerlik kazandı. Ülkemizde de bu konsepti yemek, tiyatro, konser ve edebiyat toplantısı gibi etkinliklere uyarlayan Karanlık İşler isimli bir şirket var. Şirketin Karanlıkta Yemek adını verdiği bu konsepte katılarak, yemeğinizi beş yıldızlı bir otelin içinde zifiri karanlık bir ortamda yiyorsunuz. Yaklaşık iki buçuk saat süren bu deneyim sırasında, size fonda görme engelli müzisyenler tarafından çalınan akustik parçalar eşlik ediyor. Rezervasyon yaptırırken alerjinizin olduğu ya da sevmediğiniz gıdaları önceden belirtmeniz gerek. Çünkü bu konsept çerçevesinde, size karşınıza hangi yemeklerin geleceği söylenmiyor. Yemeklerin ne olduğunu tadarak sizin tahmin etmeniz gerek. Tahminlerinizin doğru olup olmadığı gece sonunda açıklanıyor.
Karanlıkta Yemek konseptinin iki farklı temel amacı var. Bunlardan biri, herkesin görme engelli kişilerle empati kurmasını kolaylaştırabilmek. Diğeri ise başta tad alma olmak üzere, görme haricindeki tüm duyuları daha keskin hale getirebilmek. Zifiri karanlıkta yemek yerken bir süreliğine görme duyunuzu kullanamadığınız için, yemeklerin lezzetini çok daha kolay ve detaylı bir şekilde alabiliyorsunuz. Eğer Karanlıkta Yemek konseptinin bir parçası olmak isterseniz, Karanlık İşler’i sosyal medya üzerinden takip edebilir ve güncel etkinliklerden haberdar olabilirsiniz.
11. Trata Ayvalık - Balıkesir
Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı Cunda’da bulunan Trata Ayvalık, ülkemizin en sıra dışı konseptlerine sahip restoranlarından biri. İsmini Ayvalık’ta torba ağ atan ve en az yirmi senedir ortalıkta görünmeyen trata teknelerine...
Listemizde sözünü edeceğimiz son restoran, Cunda Adası’nda bulunan Trata Ayvalık. Geçmişte Şemsa Denizsel’in ünlü restoranı Kantin de dahil olmak üzere birçok seçkin işletmede çalışmış olan Tayfun Gökşin tarafından kurulan Trata Ayvalık, sizi Kuzey Ege’nin nefis lezzetleri ve manzarası eşliğinde keyifli bir akşam yemeğine davet ediyor. Ancak bu işletme, aslında bir gezici restoran. Bu sebeple sabit bir yeri yok. Restorana misafir olmak isterseniz yemeğinizi tam olarak nerede yiyeceğinizi siz de son ana kadar öğrenmiyorsunuz.
Trata Ayvalık’ta sistem şu şekilde işliyor: Restoran ekibi, her gün hava durumuna, rüzgarın şiddetine ve benzer unsurlara bağlı olarak Cunda’nın en keyifli, sakin ve korunaklı noktasını seçiyor. Siz rezervasyon ve ödeme yaptıktan sonra, en kısa sürede size uygun gün ve konum iletiliyor. Siz de rezervasyon gününüzde size atılan konuma gidiyor ve doğayla iç içe ziyafet çekmenin tadını çıkarabiliyorsunuz. Hangi konumun seçileceği tamamen şans. Bazen deniz kıyısı, bazen orman, bazen de sahil olabiliyor.
Trata Ayvalık’ın sizi ağırlamak için seçtiği konumlar, genellikle engebeli arazilerden geçmeyi gerektiriyor. Bu sebeple restoran, 2-15 yaş arası misafirleri kabul etmiyor. Ayrıca mevsim ne olursa olsun Cunda’da hava akşamları epey serinlediği için, yanınızda mutlaka uzun kollu bir kıyafet getirmeniz tavsiye ediliyor. Eğer siz de bu ilginç deneyimi yaşamak isterseniz Trata Ayvalık’ın misafiri olabilirsiniz.
Sıra | İçerik | Kullanıcı Puanı |
---|---|---|
1 | Karanlıkta Yemek | 9,2 |
2 | Trata Ayvalık | 9,6 |