Kocaeli Yarımadası’nın ucunda ve Anadolu Yakası’nda bulunan Üsküdar, Marmara Denizi ve Boğaz’ın kesiştiği ayrıcalıklı bir konuma sahip. İstanbul’un tarihçe bakımından en köklü ilçelerinden biri olarak görülüyor. Kadıköy, Beykoz ve Ümraniye’ye komşu olan Üsküdar’ın iki yakasını da tepeler çevreliyor. Bu sayede, hem derin hem de denize kıyısı olan açık bir vadinin üzerinde bulunuyor. Yüzölçümü yaklaşık 36 kilometrekare olan Üsküdar, tarihi ve turistik açıdan son derece zengin bir ilçe. Büyük Çamlıca Sefa Tepesi ve Küçük Çamlıca Tepesi’ne ev sahipliği yapmanın yanı sıra; Kız Kulesi, Beylerbeyi Sarayı, Adile Sultan Sarayı ve Uçurtma Müzesi gibi turistik açıdan yoğun ilgi gören birçok farklı yapıyı da sınırları içinde barındırıyor.
Tarihi Yarımada’nın karşı kıyısında bulunan ve Türk hakimiyetine giriş tarihi İstanbul’un fethinden neredeyse bir buçuk asır önce olan Üsküdar, antik çağlarda beri Asya ve Avrupa arasında bağlantı kuran önemli noktalardan biri olmuş. Bilinen yerleşim tarihçesi M.Ö. 1000’li yıllara kadar uzanıyor. Üsküdar’daki ilk yerleşim izlerine Fenikelilerin biri Kadıköy’de diğeri de Moda Burnu’nda olmak üzere iki farklı liman kenti kurduğu dönemde rastlıyoruz. Bundan yaklaşık üç asır sonra Akalar tarafından yönetilen Üsküdar, Anadolu’dan gelenlerin kalıcı yerleşim yerlerinden biri haline dönüşmeye başlıyor.
1960’lı yıllarda yoğun bir göç dalgasına maruz kalan Üsküdar’da günümüzde sanayi ya da ticaret merkezleri yok. Genel anlamda iskan bölgesi olarak değerlendirilen bu yerleşim alanında ikamet eden nüfus ağırlıklı olarak işçi, memur ve esnaf kesiminden oluşuyor. Üsküdar’da Bizans döneminden günümüze kadar ulaşabilen tek yapı, aynı zamanda ilçenin simgesi haline de dönüşmüş olan Kız Kulesi. Ancak Üsküdar’ın semtlerinden biri olan Kuzguncuk da turistik açıdan son derece popüler. İstanbul’un kalabalık ve kaotik atmosferinin tam zıddı bir görünüme sahip olan Kuzguncuk, film setlerini andıran sokaklarıyla mutlaka görülmesi gereken bir keşif durağını oluşturuyor.